OĞUZ ATAY VE TÜRK AYDINI

03 Mayıs 2021
OĞUZ ATAY VE TÜRK AYDINI

Türk aydını Tanzimat Dönemi’nden başladığı yolculuğuna, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve yerine ulusal bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile devam etti. Osmanlı döneminde yaşadıkları siyasal buhran ve yetersizlik durumu, yeni rejimde daha derin bir yarılmayı yaşayacaktı. 

Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve yerine kurulan ulusal tandanslı cumhuriyetle birlikte, modernizm Türk toplumuna bir devlet politikası olarak girdi. Modernizm ile birlikte Türk toplumunun kavramları arasına giren modernite ile birlikte artık "Aydın Eleştrisi” dediğimiz durumun ilk adımları, yeni cumhuriyetin modern politikalarının halk üzerindeki yaptırımları sonucunda atılmaya başlandı. 

Cumhuriyet rejiminin modern politikaları ve halk üzerinde uyguladığı inkılapları sonrasında, toplumda eğitim ve aile arasında gerilimlerinde patlak vermesine sebep oldu. Oğuz Atay’ın eserlerinde defaatle işlediği aile ve eğitim kurumu arasında kalan birey, bu çıkmazda ya kendi yolunu bulacaktır ya da kitlenin bir parçası olarak sönüp gidecektir. Oğuz Atay’ın dahil olduğu jenerasyon, böyle bir ortamda, bir taraftan cumhuriyetin modern politikalarının empoze edildiği eğitimin, bir taraftan modernizme direnen gelenekçi ailelerin arasında kalır. Oğuz Atay’ın bahsettiği cumhuriyet sonrası Türk aydının doğu-batı ikilemindeki kimlik sorunsalı da burada başlar. Cumhuriyetin modern devrimlerine bağlı bir öğretmen olan bir anne ve gelenekçi bir baba arasında kalan Oğuz Atay’da bu duruma bir örnektir. 

Cumhuriyet aydınlarının önünde kendi kimliğini bulabilecek bir örnek yoktu. Tanzimat dönemi aydınlarının şartlar gereği, batı-doğu eksenli özgün bir dil oluşturamamışlardı. Cumhuriyet aydınlarından da bu beklenemezdi. Çünkü kurulan cumhuriyetle birlikte eski olanın üstü çizilmişti ve yetişilmesi gereken tek hedef batı medeniyeti olarak belirlenmişti. 

Türk aydının kimlik sorunsalı, yani batıya mı ait olduğu ya da doğu mı ait olduğunun çelişkisi burada başlamıştır. Çünkü batı yetişmeye çabalarken bir taraftan halktan kopuyorlar bir taraftan da özgünlükleri olmadığı için taklitten öteye geçemiyorlardı. Oğuz Atay’ın aydın sorunun hicvederken ya da Nurdan Gülbilek’in görüşü ile "alaya” alırken, parodi tekniğini kullanması da bu durumun bir sonucudur. Aslı olanın, gayet yerel kalan bir parodisiydi Türk aydının sorunu. Diğer taraftan ise doğuya doğru gitseler, hem rejimle, hem de yıllardır kısır bırakılmış ve fikirsel devinimi eski dünyada kalan bir durumla karşılaşıyorlardı. 

Bu dönemde Türk aydınlarının, toplumcu eserleri de, gerçeklikle ciddi sorunsalları barındırıyordu. Halka dokunamadan, halkın kimlik buhranını es geçerek, bir nevi olan bitenin üstünde analizler yapıyorlardı. 

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında hicvettiği bir başka sorun da, burjuva yaşantısının kımıltısız, devinimsiz hayatıydı. Selim Işık, Türk aydının toplumuna dışlanarak yabancılaşmasını temsil ederken, Turgut Özben ise, hayatın hareketinden, gerçeklerinden uzakta bir hayatı temsil ediyordu. Yani halk hayatın gerçekleriyle devinip durur, hayat kavgası verirken, burjuva sınıfı yüksek evlerde, sanki bunlar yokmuş gibi yaşar, bir nevi oyunlar oynardı. Oğuz Atay’a göre aydın sorunsalının en önemli saç ayaklarından biri de, bireyin varlığını yavaş yavaş öldüren bu burjuva hayatıydı. Turgut Özben, Selim Işık’ın intiharının ardından çıktığı yolda, yani kendini arama yolunda, ilk olarak gayet güvenli ve konforlu olan burjuva hayatını terk eder. Yolun sonunda kendini bir "tutunamayan” olarak bulur. Çünkü, toplumda karşılığı olmayan "aydın” kavramının karşısında, topluma dokunamaz, her şeye yabancılaşır ve kaybolur gider. 

Yazarın, aydınlar üzerinde kurduğu oyun kavramını da, Turgut Özben ve Selim Işık tarafından, yani gerçeklerden habersizmiş gibi yaşayan aydın ile, toplumuna yabancılaşmış aydının gerçekleri örtmek için kullandığı bir yol olarak işler. Selim Işık, soy isminde anlaşılacağı gibi aydınlığı getireceği halkının uzaklığından anlaşılamamadan dolayı, kendi kurduğu oyunlarda var olmaya, kendini kendine kabul ettirmeye çalışır. Turgut Özben ise Selim Işık’ın intiharına kadar, hayatı dertlerden ve sıkıntılar uzakta, huzur dolu bir hayat olarak kurgulamayı ve yaşamayı seçer. 

Oğuz Atay’ın "aydın” kavramındaki fikirleri "Olaylar” dergisinin başarısızlıkla biten sonundan sonra, ideolojik çevreyle arasına koyduğu mesafe döneminde olgunluğa ulaşır. Oğuz Atay, Türkiye’nin geleceğinin "kitlesel” değil ancak "bireysel” gelişmişlikle dönüşeceğini düşünüyordu. Bu yönüyle o dönemdeki genel ideolojik fikirlerden taban tabana ayrılıyordu. 

Oğuz Atay’ın düşünce dünyasında "birey” kavramı da Türk toplumu içinde başka bir tartışmalı konuyu açıyordu. Çünkü Türk toplumunda birey, henüz kendini bir türlü tamamlayamamış varlık gösteriyordu. Bunun sebebinin ise, kişilerin ya tamamen batıcı ya da tamamen doğucu olduğundan kaynakladığını düşünmeye başladı. Her ikisinin de gerçekle arasında mesafe olduğunu 1975 yılında Kemal Tahir’i anma töreninde yatığı konuşmada söylemişti. 

Oğuz Atay modernizm sonrası Türk bireyinde süreç içinde durumu vahim hale getiren kimlik sorunsalının üstüne çözümler düşünmeye başladı. Atay’a göre böyle bir sorunun derinlerine inilmesinde ve aydın kişinin kendi kimliğini bulmasında, batılı bir mantık ile ulaşılmasının mümkün olmayacağıydı. Buna hem dil, hem kültürel faktörler engeldi. Batı, doğu anlayabilirdi ama özünü anlaması mümkün değildi. Öte taraftan Türk toplumunun tamamen doğuya ait bir toplum olduğu da kesin bir gerçek değildi. Özellikle 3. Selim döneminden beri batılılaşma fikriyle hareket edilmiş, bireyin iç dünyası değişememişse de, onun sosyal hayatını yöneten ve belirleyen çoğu faktör batılı fikirlerle değişmişti. Kendini yöneten yasalarından, bürokrasisine, yaşam tarzına kadar her şey Batı fikirleriyle hemhal olmuştu. Bu da Türk aydınında oluşan başka bir sorundu. Oğuz Atay’ın Türk aydını nasıl olmalı sorusan ise, kendince geldiği nokta, TÜBİTAK’ın isteği üzerine yazdığı, Bir Bilim Adamının Hayatı: Mustafa İnan biyografik romanında işlediği, Mustafa İnan’ın karakteridir. Mustafa İnan hem doğuyu hem de batıyı fikirlerinde özümsemiş ve hayatında tasdik etmiş bir Türk aydınıydı. Oğuz Atay Mustafa İnan’ın bu fikir dünyasına Türk aydınının gitmesi gereken yol olarak bakarken, yine fikir yolculuğunda bir Türk aydının önüne kendinin koyacağı engelleri de Mustafa İnan’ın yaşamı üzerinden anlatmıştır. Oğuz Atay, Mustafa İnan’ın evrensel boyutlarda etki edecek bir Türk aydını olabilecek bir düşünce dünyasının mevcut olduğunu, ama önüne gelen kültürel sorunlarla yeteri kadar mücadele edemediğini eserinde eleştirir. 

Oğuz Atay’ın Türk aydının özünü bulma mücadelesi vefat edene kadar devam etti. Özellikle düşünce hayatının olgunluk zamanın iki durum onun düşüncelerini daha da etkiledi. Bunlardan biri fikirsel konumu olarak aynı yerde olmasa da Kemal Tahir’in "kollektif toplum” fikrini, değişen kendi fikirlerinde bir yer edindirdi. Bu fikir onun Türkiye’nin Ruhu ismiyle yazıp, Türk toplumunun özünü inceleceği çalışmasının en önemli saç ayaklarından biri olacaktı. Diğer bir durum ise Türk modernleşmesi sürecinde eski ve yeni düzende de var olabilmiş bir biyografik sunum yapma düşüncesiydi. Bunun içinde tek bir kişiyi değil, bir aileyi, Uşaklıgil ailesini anlatmak istiyordu. Çünkü Uşaklıgil ailesi hem Osmanlı Devleti’nde hem de Türkiye Cumhuriyeti döneminde tarihsel süreçte etkin bir aileydi. Aile bireylerinden Bülent Uşaklıgil ile birçok kez buluşup bilgiler almasına karşın, bu eseri gerçekleştirememiştir. Fakat, bu bilgilerden dahi Oğuz Atay’ın bir Türk aydının nasıl olması gerektiğinden daha çok ne olması gerektiği cevabını da bulmak mümkündür. Kimlik bunalımının farkında olup, hem doğunun fikirlerini hem de batının fikirlerini kendi içinde özümsemiş olması gerektiğidir.

Makale: Kasım Hasan Ünal


OĞUZ ATAY - TUTUNAMAYANLAR

::

::

Paylaş :
T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.